18 Ocak 2011 Salı

Özet



"There's nothing worse than loving someone who's never going to stop disappointing you."

House M.D S07E09'dan...

13 Ocak 2011 Perşembe

İroni


Nöbet iznini fırsat bularak kredi kartı borcumu ve apartman aidatını yatırmak için çarşıya gittim bugün. Zaten burada arkadaşım olmadığı ve tek başıma dolaşmayı sevmediğim için öyle gezmeye falan çıkmıyorum. Ya alışveriş yapıyorum ya da işlerimi hallediyorum bugünkü gibi.

Hazır gitmişken yılbaşında verdikleri carrefour çeklerinden aldım yanıma iki tane (2x50 TL), eve birşeyler alırım gelirken diye düşünerek. 

Gerizekalı gibi katlamak istemedim belki kasada ayak yaparlar diye, önce yan cebine koydum montun. Apartmandan dışarı çıkıp durağa doğru yürürken oturunca yan cepte kırışacağı aklıma geldi ve iç cebe koydum. İç cebin ağzını da yatay değil, dikey yapmışlar ne gerek varsa. Çok zeki olduğum için yine katlamıyorum tabi.

Tam işleri hallettim markete doğru gidecektim ki bir baktım yok çekler. Aradım taradım bulamadım ve kendime söve söve eve geri geldim. 

İlk farkettiğimde bakmıştım acaba cep delindi de astarın içine mi düştü çekler diye ama yine de eve geldiğimde tekrar kontrol ettim. Yoktu elbette fakat bakarken montun tam omuz kısmında birşey farkettim.

Kuş pislemişti üstüme. Gülümsedim kendi kendime, bu nasıl bir ironidir diye düşünerek...

Umarım gerçekten ihtiyacı olan biri bulmuştur o çekleri. 

Şarkılar ve İfade Ettikleri - 2

 

Mutemath - You Are Mine 

Never Back Down diye bir film izlemiştim zamanında.  Sonradan bir yerlerde bu filmin soundtrack albümünü bulup indirmemle tanışmış oldum bu şarkıyla. The Red Jumpsuit Apparatus'un Your Guardian Angel ve The Cribs'in Be Safe şarkısıyla birlikte çok uzun süre mp3 playerda yer buldu kendine. Hatta bu üç şarkıyı da başarısızlıkla sonuçlanan Bilinmeyen Güzel Şarkılar serimde paylaşmıştım çaytostayranda iken. Özellikle You Are Mine çok güzel bir şarkıdır tavsiye ederim. 

Bu şarkı her dinlediğimde 2009 şubat ve nisan ayları arasında iki ayımı geçirmiş olduğum Donetsk günlerine götürür beni. Çok sıkıntılar çekmiştim orada. Dil yabancı, alfabe yabancı. Ama çok güzel günlerim de oldu. 

İnsan öyle bir varlık ki her duruma uyum sağlıyor yavaş yavaş. İlk başlarda sadece kaldığım yere yakın olan Bym markete gidebilirken ayrılmadan önceki son zamanlarda bilmediğim yerlere gider olmuştum. Düşünün nisan ayında lunaparka bile gitmiştik. Tarih öncesinden kalma roller coaster çakmasına bile binmiştik ölüm tehlikesini göze alarak. 

Ya işte bu konu öyle birşey ki bir şarkıdan giriyorsun neler geliyor adamın aklına. Proje teslimi öncesi sabahlamalar, işten 12 de çıkıp sabah 5'e kadar diskoda takılıp 7 de tekrar işe gitmeler ve daha anlatmadığım nice şeyler :) 

Volkan Konak - Cerrahpaşa

Bu güzel şarkı beni daha eskisine, dersane zamanında güya İstanbul'daki üniversitelere yaptığımız geziye götürür. Biz derece sınıfı olduğumuz için itü, boğaziçi falan gezeceğiz diye düşünüyorduk ama gidebildiğimiz tek üniversite Fatih üniversitesi olmuştu. Anladınız herhalde durumu. 

Bir günde o kadar üniversiteyi nasıl gezeriz diye düşünürken kendimizi Fatih üniversitesinde halı saha maçı yaparken bulmuştuk. Hasan kesin topuğuyla attığı golü yorumlara yazardı ben bu cümleyi yazmasaydım. :)

Sonra da mal gibi geri dönmüştük işte. Şarkıyla alakası da giderken ve dönerken en az 30 defa bu şarkıyı dinlemiş olmamız tıklım tıkış minibüste. Neden sorusuna hala bir cevap bulunamadı.

Kıraç - Kayıp Şehir albümü

Madem dersane zamanından başladık, öyle gidelim. 

Bizim dersanede her sınıfın bir danışman hocası olurdu. M1 sınıfı olduğumuz yani dersanenin üzerimizden reklam yapacak olması nedeniyle ayrıcalıklarımız vardı. 

Her hafta olduğumuz deneme sınavlarında aramızda çok büyük rekabet olurdu tıpkı pesde olduğu gibi. Sınavdan çıkar çıkmaz danışmanın odasına koşardık, optik okuyucu onun odasındaydı. Hemen zorla kağıtları okutup kim kaçıncı olmuş öğrenirdik. 

Şarkıyla alakası da ne zaman odasına gitsek bilgisayarda bu albümün çalmasıydı. Senden Başka, Tek Hatıra, Razıysan Gel falan eminim bizim o zamanki bütün grubun hala ezberindedir eminim. Hatta Hasan o albüm sonrasında amiyane tabirle rakçı olmuştur efenim :)

Hasan dedim de, onun o albümde hatırası olan bir başka şarkı daha vardır: Aman Ayşam :D:D

Ayşam ineklerun hep karabaş diye az dalga geçmemişimdir.

Bir de şimdi  aklıma geldi, olm ben senin cevapları hep çapraz çizgiyle işaretlemene acayip kıl olurdum. Şıklardan çözerken elediğim şıkları çizerdim ben öyle. Ne bu artislik canım ben bir kerede doğruyu bulurum der gibi.


Devam edecek efendim...

O an!


Aslında o an değil, bu an betimlemeye çalışacak olduğum. 'O an.' diyince daha çarpıcı oldu sanki çok önemli birşey anlatacakmışım gibi.

Evet bu anda, yani tam 3'ü 3 geçe, muhtemelen ülke nüfusunun %86.8'e yakınının kıçında pireler uçuşuyordur. İşin aslını bilmese Hasan çok şaşırırdı bu duruma. Ne de olsa son 2 senedir birkaç özel gün dışında saat 11-12 gibi yatıyorum malak gibi. 

Hani tek başına uyuyamayan veya yalnızlıktan korkan tipler olur ya, ses olsun diye televizyonu belli süre sonra kapanmaya ayarlarlar; heh işte bende o otomatikman hergün oluyor. Bu biyolojik saat denen olay o kadar acayip ki, saat 12'ye geldi mi mala bağlıyorum. O bahsettiğim özel günlerdeki uyumamanın sonrasında kolay kolay toparlayamıyorum da.

Hatta bak aklıma geldi; Beşiktaş'taki öğrenci evimize (öğrenci evi diyorum ama ben çalışıyordum o sıra, insanın bütün yakın arkadaşları Hasan gibi olunca çalışan tek adam olarak kalınıyor işte mal gibi) Derya diye bir arkadaşı çağırmıştım. Film izleyecektik güya. Yatağım da bilgisayarın başındaydı. Durum anlaşıldı işte ben daha filmin yarısı olmadan ben yatıyorum diyip uyumuşum. Kız da ilk defa geliyordu eve ha, sap gibi bırakmışım. 

Gerçi o zamanlar çalıştığım şantiyenin Silivri'de olması nedeniyle 3 saat gidiş 3 saat geliş yol çekmenin ve her gün 6'ya 10 kala kalkmanın yorgunluğu da önemli etkenlerdi ama bu istemeden yaptığım öküzlüğü ve biyolojik saat denen nanenin ne kadar güçlü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

Uyanık kaldığım nadir zamanlar dediğime de bakmayın, koskoca 1 sene askerlik yaptığım için yarısı nöbetti bunların. Betimleme konusunu ortaya çıkaran da bu nöbet işte. 

Askerlik bitti bitmesine ama nöbetten kurtulamadım. Çalıştığım fabrikada gece vardiyasında 1 nöbetçi mühendis bir de amir olarak müdür bulunuyor. Askerlikteki düzen aynen devam yani. 

Oradayken ufak bir odadaydık. Yan odada nöbetçi amir vardı, binbaşı veya yarbay, bizim odada da ben ve nöbetçi astsubay bir de 37 ekran televizyonumuz. 

Şimdi ise 200 kişilik kocaman ofisin içinde benim bilgisayar tuşlarının takırtısından başka ses yok. MP3 playerda can't stop çalıyor, kulaklıkları takmıyorum çünkü öyle bir sessizlik var ki normal zamanda kulağımdayken son sesi açarken şimdi dışarıda olması yetiyor kulaklıkların.

10'lu sıcak çikolata paketine bonus olarak verilen Dr. Oetker kupamda çay yudumluyorum. Ama yeşil çay ha, çilek aromalı. Malum son zamanlarda Hasan'ın bana ağır sikletsin diyerek güreşme girişimlerimi baştan reddedecek kadar şişmanlamam nedeniyle yeşil çay falan takılıyorum.

İşin ucunda da iddia var. 31 marta kadar 65 kiloya düşeceğim dedim. En son ev tatilimle birlikte 75-76 kilolara kadar çıkmıştım. Çıkmıştım diyorum dikkat edersen, ne kadar iddialı olduğumu anla işte. İniyorum basamakları hızla. Yeni bir 31 mart vakası kapıda.

İşin komik tarafı iddianın yemeğine olması :-.) 

Fotoğrafı da gugılda 'o an' diye aratırken buldum. Askerdeki nöbetlerde saat sabah 4 gibi dışarı çıkardım, havanın aydınlanmasından hemen önce. Aynı bunun gibi puslu bir manzara olurdu, hava da soğuk. Ankara'nın ışıklarına bakardım ve sabah sabah ağzımın leş gibi olacağını umursamadan bir sigara yakardım. Çok keyifli olurdu.

Ne de çabuk geçiyor zaman...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Şarkılar ve İfade Ettikleri - İlk Bölüm


Müzik kariyerim Düzce'de bir ay süreyle gittiğim kıytırık bir gitar kursundan ibaret. Şu sıralar çalışan ve fena olmayan bir gelire sahip olan, üstelik yalnız yaşayan bir adam olmamdan cesaret alarak bir akustik gitar veya yan flüt edinmeye niyetli olsam da müziği icra edebilecek yeteneğe sahip olduğumu hiçbir zaman düşünmedim.

Lakin iyi bir müzik dinleyicisi olduğumu düşünmüşümdür her zaman. Bu düşüncede kendimden üç yaş büyük olan bir abiye ve müzik aşinalığı ve zevkine sahip olan bir babaya sahip olmamın etkisi büyük. Geçmişte yaşayan adam olmamda müzik önemli bir yere sahip. 

Tüm hayallerin bir fon müziği vardır sonuçta...  

Babamdan Barış Manço, Erkin Koray, Boney M. gibi efsaneleri miras aldım. Henüz 7 yaşında ufacık bir çocukken Barış Manço'nun Allah'ım Güç Ver Bana şarkısıyla hayallere dalardım. Ben Bilirim, Dağlar Dağlar, Gülpembe, Çıt Çıt Çedene, İşte Hendek İşte Deve, Katip Arzuhalim ve daha bir dolu Barış Manço şarkısı... Hepsi ezberimdedir. 2023'ün o muhteşem melodisi... 

Heeey koca topçu, şu dağlara yan gelee!

Freeze! I'm Ma Baker. Put your hands in the air and gimme all your money!.. 

Özellikle yabancı müzikle tanışmamda abimin etkisi büyük oldu. Onun sayesinde her telden müzikle tanıştım ve yaşıtlarımdan 3 yaş büyük bir müzik zevkim oldu. Az kaset çektirmedik 60'lık, 90'lık. 

Zaman geçtikçe dinleyiciliğimiz de gelişti. Her türden sevdiğim bir dolu şarkı oldu. Biri ne tür müzikten hoşlandığımı sorsa vereceğim cevap ne kadar klişe olsa da 'Her tür müziği dinlerim.' olur. Başka verecek cevabım yok ki. 

Konunun başlığı ve devamı müzikle alakalı değil aslında, belli başlı şarkılar vardı başlamadan önce anlatmak istediğim. Kulaklıkla uyuyakaldığından çok kez ağrıyla uyanmış olan benim gibiler için bazı şarkılar anlatmak istedikleri farklı şeyler olsa da farklı zamanları, farklı yerleri, farklı olayları hatırlatırlar. Sadece geçmişe götüren zaman makinaları gibi.

Beni zamanda geriye götüren, iyi-kötü günleri tekrar hatırlayıp kötü bile olsa dinlediğimde yüzümde gülümseme yaratan şarkıları hatırlamaya çalıştım tatil bitimi İzmit'e dönerken. Gece gece notlar bile aldım. Bu blog için çok ümitliyim. Uzatmayayım.

Vega - Tatlı Sert (tüm albüm)

Bu albüm bana 2005 yılında üniversitenin ilk yılında bahar dönemini bitirir bitirmez yaptığımız Adana yolculuğumuzu hatırlatır her zaman. Aileden ayrı ilk sene bitmiş, sınavlar biter bitmez Hasan'ın yanına damlamışım Kayseri'ye. Onun sınavları bitmemişti daha ve ben oradayken girdiği 5 sınavdan da kalmıştı! Şu an 7. senesini okumasındaki ilk kırılma noktasının bu olduğunu söyleyerek bana söver her lafı geldiğinde. 

Beraber Adana'ya geçmiştik sonrasında, şimdilerde içtima lafından nefret etmekle meşgul olan Mehmet'in yanına. Arkadaş grubunun memleketin her yanına dağılmasının güzel tarafı işte. 

Arkadaştan ikinci el olarak satın aldığım 128 mb Minton mp3 player ile ezberlediğim bu albüm beni her seferinde Adana'ya; kız yurdunun karşısındaki abi evine, devasa üstelik uçabilen hamam böceklerine, müthiş manzaralı üniversitesine, Hasan'la beraber ikimizinde inatlaşıp aynı kotu aldığı Amerikan pazarına (sonradan giymedik ikimiz de tabii, mallık diz boyu) götürür. 

Aslında her biri ayrı hikaye anasını satayım...

Devam edeceğim...   

Ulan kulaklıkla uyuyakalmışken arkadaşın çektiği fotoğraf vardı. Tam konusu gelmişken koyacaktım mis gibi. Aradım mamafih bulamadım... 

Alıntı 2 - Bosphorus


"Zeus bir gün Argos Kralı'nın güzelliğiyle ünlü kızı İo'yu görmüş. Görür görmez de aşık olmuş. Zeus'un yeni aşkı, Baştanrıça Hera'nın kulaklarına gitmekte gecikmemiş. Zaten Zeus'un çapkınlıklarından gına gelen Hera, kocasının yeni kaçamağını öğrenince büyük bir öfkeye kapılmış. Zeus'a diş geçiremeyeceğinden, sevgilisi İo'dan intikam almak istemiş. Bunu haber alan Zeus, İo'yu korumak için kızı beyaz bir inek haline getirmiş. Ama Hera bunu öğrenmekte de gecikmemiş. İneği kaçırtıp Argos'u başına nöbetçi dikmiş. Zeus durur mu, hemen Tanrı Hermes'i gönderip Argus'u öldürtmüş. Olanları öğrenen Hera, beyaz inek şeklindeki İo'nun rahatını kaçırmak için ona bir at sineğini musallat etmiş. İo, sinekten kurtulmak için saatlerce koşmuş, Boğaz'a gelince kendini sulara atmış, yüzerek karşıya geçmiş. Boğaziçi'nin ilk adı olan 'Bosphorus' sözcüğünün anlamı da bu efsaneden geliyormuş. Bosphorus Yunanca'da Boğa Geçidi demekmiş. Neyse işte, sinekten ve Hera'nın öfkesinden kurtulmaya çalışan İo'nun yolu sonunda Haliç'e düşmüş. Zavallı İo, Haliç'in tepelerinin arasında Keroessa adında bir kız doğurmuş. Keroessa'yı su perisi Semestra büyütmüş. Ama Keroessa büyüyünce onun da başına bir başka tanrı, Denizler Tanrısı Poseidon bela olmuş. Bu güçlü tanrıya karşı koyamayan Keroessa, Poseidon'dan hamile kalmış. İşte Byzas, Keroessa'nın karnında taşıdığı o bebekmiş. Bu yüzden büyük bir kral olmuş, bu yüzden Byzantion adındaki o muhteşem kenti kurabilmiş."

Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası, Sf. 48-49

9 Ocak 2011 Pazar

Alıntı

Çaytostayran'dan...

Tutunamayanlar

Kelime ve Yalnızlık 



"Önce Kelime vardı," diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık... Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.

Selim Işık yalnızlığını Kelimelerle besledi. Kelimelerin anlamını bilmeden önce tanıdığı yalnızlığı Kelimelerin içinde yetiştirdi. Eski yaşantılarının hastalığından yeni kalktığı sırada, aldırışsız Kelimeler konuşurken, eski yaraların eski Kelimelerin göğsüne saplandığını duydu birden; sustu kaldı. Kelimeler, yalnızlığını yaşamasına da bırakmadılar onu. Her yandan kuşatıp saldırdılar. Kullandığı Kelimeler de dönüp ezdi onu, soluksuz bıraktı. Sonra, yatağından fırladı birden Selim; bütün Kelimeleri ve yaşantılarını ezdi ayağının altında. Güneşe çıktı. Güneş, gözünü acıttı bir süre sonra, perdelerini kapayıp Kelimelerin karanlığına döndü. Birtakım Kelimeler bağışladı onu; aralarında gene yaşamasına izin verdiler. Bu Kelimelerle birlik olup amansızca saldırdılar başka Kelimelere: aşağılayan, ezen, soluk aldurmayan Kelimelere. Yendi, yenildi; sonunda gene yenildi Kelimelere, Kelimelerle birlikte açtığı savaşta. Yalnızlık hep oradaydı.

Oğuz Atay, Tutunamayanlar, Sf. 151-152


Selim Işık

"... İnsanların yalan söylemesi için bir gerekçe görmediğinden, onlara inanmakta güçlük çekmiyordu. İnsanlara inanmadan, onlarla birlikte olmanın mümkün olmadığını sanıyordu. İnsanlara inanmadığı zaman onlardan kaçıyordu. Söylenenlere inanmadığı zaman, inanır görünmenin, insanlara ihanet etmek olduğunu düşünüyordu ve bu ihanetin anlaşılmaması için, ortalıkta görünmemeyi tercih ediyordu. ..."  


"Başkalarının yaptığını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım."
  
................................... 

Aşk

- De bakayım, gözüne kestirdiğin biri var mıdır?
- He, vardır ya.
- De hele, kimdir? Nasıldır?
- Nasıl mıdır? Gözleri Dicle gibidir Pehlivan. Hani biraz fazla baksan, boğulacağından korkarsın. Dudakları, sıfatında uçuşan bir kelebek gibidir. Hani dokansan, kelebeği öldüreceğinden korkarsın. Elleri, dağda gezen analı kuzulu bir çift maraldır. Ellerinden tutacak olsan maralın yetim kalacağından korkarsın.
- Ya saçları?
- Saçları, Diyarbakır surlarının üstünden uçan bir kuş sürüsü gibidir. Bir telini tutmak için uzansan, surlardan düşeceğinden korkarsın.
- Hşş, Cebrail. Senin yolun yol değil, sen hepten divane olmuşsun…


Kaynak
 
...................................
Yalnızlık



Yalnızlığı seviyorum.

En azından böyle daha iyi olduğuma kendimi ikna ettim.

Ardından biriyle tanıştım.

Hiç olmayacak yerde, psikiyatrik bir hastanedeydi.

Beni değiştirdi.

Sonra da terk etti.

Yalnızken daha iyiyiz.

Yalnızken acı çekiyoruz, yalnız ölüyoruz.

Örnek koca veya yılın babası olmak hiç fark etmiyor.

Yarın senin için aynı olacak.

- Ama dün, farklı olabilirdi…

House M.D. S06E16

Keşke Gerçek Olsa

"Geride kalan kalbinizse, mutlaka geri dönersiniz."

Marc Levy 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...