9 Ocak 2011 Pazar

Tatyana ve Alexander

25 Ocak 2010... 


Gün gelecek kitap tanıtacaksın deseler bir tarafımla gülerdim muhtemelen. Şimdi günümün en az 4 saatini kitap okuyarak geçiriyorum. Bugüne kadar bitirdiğim kitap sayısı hala 2 sağlıklı elin parmak sayısını geçmez. Birçok şeyde olduğu gibi romanlar konusunda da dengesizdim. Sardıysa, Olasılıksız’da olduğu gibi, mala bağlayıp tek seferde bitiriyordum bir an önce o ‘vay anam vay neler dönmüş serhat ya’ duygusunu yaşayabilmek için. Şimdi düzene oturttum çok şükür, sadece mesai saatlerinde okuyorum. :)

Haftasonu ev ziyaretlerimin birindeydi, kitap almak için rampalı çarşı’ya gitmiştim. 3 kat, 20-30 kitapçı arasında geçirdiğim saatler sonunda, elimde belli kriterlere göre seçilmiş 3 kitapla dışarı doğru süzülüyordum. Tipik Türk insanı olduğumdan mütevellit, bu kriterler; kitabın kapak dizaynı, ismi ve arkasındaki kısa yazı idi. Önünden geçtiğim dükkânlardan birindeki satıcı eleman durdurdu, ‘Abi neler aldın bir bakayım.’ diyerek. Ne yorum yapacak bakalım diye beklerken bana ‘Al abi bunu da oku, eminim seversin.’ diye bir kitap uzattı. Serdar Özkan’ın ‘Kayıp Gül’ romanını. Baktım, adamın ilk romanı olmasına rağmen 30 ülkede yayınlanmış, 28 dile falan çevrilmiş, iyi dedim alalım.

Ama tanıtacağım kitap o değil. Onu alırken ‘abi şuna da bir bak’ diye verdiği diğer kitap: Tatyana ve Alexander. Kitabı elime alır almaz, elemana ‘Sen de beni iyice keriz belledin galiba, bir tane daha öneride bulunursan yediririm sana o kitabı, benim de bir bütçem var ulan di mi?’ bakışı fırlattım. Etkili olmuş olacak ki başka bir öneride bulunmadı. En fazla iki kitap alırım diye girdiğim çarşıdan elimde beş tane kalın kitapla çıkabildim.

İsmi biraz basit, tipik aşk romanı gibi görünüyor farkındayım. Ben de bir anlık gazla almışım herhalde ama şimdi iyi ki almışım diyorum. Çünkü bir aşkın etrafında çok daha fazlasını anlatıyor kitap ki beni etkileyen tamamen bu özelliği. Özellikle benim gibi 2. dünya savaşı manyağı olanları çok tatmin edecektir eminim. Bugüne kadar filmlerde ve oyunlarda gördüğümüzün dışında insanlığın gördüğü bu en kapsamlı ve kanlı savaşa dair birçok şeyi kafamızda kurmamızı sağlıyor. Haliyle 1939-1945 yılları arasında geçen romanda savaş nedeniyle ayrılmış olan biri asker diğeri hemşire iki rusun birleşme hikâyesi genelde bir bölüm erkeği bir bölüm kadını anlatacak şekilde kurgulanmış. 

St. Petersburg doğumlu Paullina Simmons’un yazdığı 503 sayfadan oluşan kitap, bir sayfaya oldukça fazla yazıyı sığdırdıklarından başlarda hiç bitmeyecek gibi gelse de kısa sürede bağlıyor kendine. Bu hanım ablanın birkaç ‘bestseller’ romanı varmış, yakın zamanda onları da bulmak için Ankara kitapçılarını gezmeye başlayacağım. Yine yaptığım derin araştırmalarda, kocaman yazının sadece bir paragrafında tanıtmayı başardığım kitabın son baskısının nisan 2007’de olduğunu öğrendim. Bu yüzden bulmanız zor olabilir, okumak için merak oluştuysa içinizde kitabı gönderebilirim.

Üç önemli kriterden birini, kitap arkası yazısını yapıştırarak bitirelim:

Tatyana gün boyunca aralıksız çalışıyor, akşamları da neredeyse bir yaşına gelen oğluyla oynuyordu. Geceleri ise yatağının kenarına oturup bir yandan ciğerlerine açık camdan akdeniz havasını çekiyor, diğer yandan boynunda asılı olan alyansıyla oynuyordu. Amerika'ya geleli yaklaşık bir sene olmuştu. Yirmi bir yaşına bastığı gün, Ellis'teki odasında Antony'yi doyurduktan sonra Sovyetler Birliği'nden geldiğinden beri ilk defa siyah sırt çantasını eline aldı. Önce Alman yapımı dolu tabancayı çıkardı ardından Bronz Atlı kitabını, Rusça-İngilizce sözlüğünü, tek fotoğrafını, evlilik fotoğraflarını ve Alexander'ın asker şapkasını teker teker yatağının üzerine koydu. Tam o sırada çantanın en altında Alexander'a ait olan Sovyetler Birliği Kahramanlık madalyasını buldu. Gecenin bir yarısında bulduğu bu madalyaya uzun bir süre gözünü ayırmadan baktıktan sonra koridora çıkarak bir süre de ışığın altında inceledi ve bir hata yapıp yapmadığından emin olmaya çalıştı... Düşünmeden edemiyordu, eğer Alexander öldüğünde boynunda bu madalya varsa, şimdi hala boynunda olması gerekmiyor muydu?

Bu destansı aşk ve savaş hikâyesinde Tatyana 18 yaşında, hamile ve dul bir kadındır ve savaş yüzünden yerle bir olmuş Leningrad'tan kaçarak kendine Amerika' da yeni bir hayat kurar. Fakat geçmişi onu rahat bırakmaz. Kocası Binbaşı Alexander Belov'un hala yaşıyor olduğuna ve dahası ona ihtiyacı olduğuna duyduğu inanç Tatyana'da takıntı haline gelmiştir. Bu sırada Amerika' dan çok uzak bir kıtada Alexander geçici bir süreliğine idam cezasından kurtulmuş ceza taburundaki diğer askerlerle Avrupa'ya doğru ilerlemektedir. Her dakikasında ölümle burun buruna geldiği günlerde umutsuzca da olsa tek dileği Tatyana'yı son bir kez görebilmektir...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...